9 Nisan 2010 Cuma

Breakfast at Tiffany's (1961)

(Spoiler içermektedir)

IMDB
Sinema tarihinde bazı filmlere can veren karakterler vardır ve o karakterlere uygun oyuncu bulunduğunda film her ne kadar kısıtlı karakterler etrafında sürse de tadına doyum olmayan bir seyir zevki taşımaktadır. Breakfast at Tiffany’s de bu denli izleyiciyi ekrana kilitleyen bir film. Film genelde 2 karakter üzerinde dönmekte ve yan karakterlerle desteklenmektedir. İzleyici film boyunca bu iki karakterden bir tanesi olan Audrey Hepburnün canlandırdığı Holy Golightly’nin geçmişi hakkında çok fazla bilgiye sahip olamasa da küçük yaşlardan beri yalnız yaşamak zorunda kalmış ya da içinde var olan özgürlük duygusunun onu bu yalnızlığa zorladığı büyüleyici güzelliğe sahip bir kadın olarak karşımıza çıkmakta. Hayatını kendisine aşık olan ya da aşık ettiği ama ona asla sahip olamayan zengin erkeklerin verdiği paralar ile sağlayan Holy bir yere ait olma duygusundan korkmaktadır. Aklına koyduğunu mutlaka yapmak istemesi, istediğini elde etme arzusu Holy’yi bu yaşadığıhayattan uzaklaşmasına olanak tanımamaktadır.
Filmde ki diğer ana karakterimiz ise George Peppard’ın vücudunda hayat bulan Paul Varjak isminde bir yazardır. Bir yazar olarak üretimden uzak olduğundan dolayı zengin bir kadın olan Mrs. Failenson’un sağladığı finansman ile hayatını idame ettirmektedir. Hemen hemen giydiği iç çamaşırına kadar Mrs. Failensonun aldığı Paul kendisi sevgilisi olarak tanımlamasa da Mrs. Failensonun bu yöndeki konuşmalarına, hayatına karışmasına, yönlendirmelerine sesini çıkarmamaktadır.


Holy ve Paul’un bu iki ortak yönünün yanı sıra onları birbirinden ayıran çok önemli bir özellik vardır. Holy, güzelliğini ve zekasını kullanarak erkekleri peşine takarken, Paul kendisine aşık olan, ya da aşktan öte bir dürtü ile elde etmesi kolay olarak gördüğü Paul’a adeta hükmeden Mrs. Failenson’un maddi yardımına muhtaçtır. İkisi de görünüşte yaşadıkları hayattan mutlu, gamsız kişiler olsalar da birbirlerini tanıdıkça özgürlük düşüncesi altında dolaylı olarak başkalarının varlıklarının esirleri olduklarını anlayacaklardır.

Filmin açılış sahnesinde sabahın erken saatlerinde elinde krokan ve kahvesi, üzerinde zarif görünümünü katlandıran uzun siyah bir gece kıyafeti ile Tiffany isimli bir mücevher mağazasının önünde taksiden yeni inmiş Holy görünür. Yorucu gecelerin sabahında bu mücevher mağazasının önünde kahvaltı etmenin anlamı onun için kendi hayat tarzını yansıtacak kadar önemlidir. “Bu kadar güzel şeylerin bir arada bulunduğu bir yer asla kötülük barındıramaz.” tıpkı kendisi gibi, etkileyici, herkesin sahip olmak istediği ama çok az kişinin ulaşabildiği şeylerdir o mağazada sayılan ürünler. Daha sonra sonra Holy’nin hayatını nasıl idame ettirdiğine dair ufak ufak ipuçları almaya başlıyoruz filmde. Derken bir sabah üst katına yeni taşınan komşusu Paul ile tanışırlar. Holy daha güne başlamadan gerçekleşen bu tanışma esnasında yabancı insanlara karşı rahat davranabilme özelliğine sahip Holy’nin tavırları karşısında şaşkınlığını gizleyemeyen Paulun yüzündeki ifade ekran karşısında filmi izleyenlerinde yüzlerindeki ifade ile benzer olması adeta Holy’nin sıradışılığını yansıtıyor.


İkilinin birbirini tanımaya başlamasıyla Paul’un Holy’ye aşık olmaya başlaması paralellik arz etse de kendisini büsbütün Holy’nin büyüsüne kaptırdığı gün, hayatları boyunca yapmadıkları şeyleri sırası ile yapmaya karar verdikleri gündür. Bu zamanın “Ne alırsan 1 lira” mağzalarına yakın bir konsepte sahip mağazada ufak bir hırsızlık operasyonu gerçekleştirildiği sahne gibi bir eğlenceli sahnelerin yer aldığı film, genel konusu itibari ile drama da yakınlığı göze çarpıyor.

Holy evinde verdiği bir parti esnasında evlenebileceği kadar zengin bir erkeğin kendisinden hoşlanması ile Paul’dan uzaklaşmaya başlasa da başına gelen olaylar kendi ülkesinde oldukça tanınmış bir kişi olan bu kişinin prestijini sarsacağı korkusu ile son buluyor.
Filmde “sözde” komedi unsuru dönemin filmlerinde sıkça kullanılan Japon karakter Holy’nin her şeyden şikayetçi olan, kişisel haklarını savunma arzusuna sahip komşusu Bay Yonioshi yer almakta. Bu yönden baktığımızda ırkçılık içere sahneleri ile zaman zaman rahatsızlık verse de bu sahnelerin filmin ana konusu olmaması ve geneline yayılmaması film hakkında olumsuz düşünmemize bir nebze engel oluyor.
Özellikle eğlenceli parti sahnesi, ufak hırsızlık operasyonu, mücevher satın alma çabaları gibi filmde akılda kalıcı birçok sahneye mevcut. Ana konu olarak çok derin bir senaryoya sahip olmasa da tek tek ele alınan yukarıda yazdığım ve saymadığım bir çok sahne filmi çekici yapan detaylar arasında. Bunun yanında özellikle filmin sonlarına doğru ikili ilişkilere dair verdiği anlamlı mesajlar ve final sahnesine giden yolda ön hazırlıkların yapıldığı diyaloglar da filmde akılda kalan diğer unsurlar olarak göze çarpmakta ve zihnimizde yer etmekte.

Paul : Seni seviyorum.
Holly : N’olmuş yani?
Paul : Daha ne olsun! Seni seviyorum, bana aitsin!
Holly : Hayır. İnsanlar insanlara ait olmazlar.
Paul : Elbette olurlar!!
Holly : Hayır. Beni kimse kafese koyamaz.
Paul : Kafese koymak mı? Ben seni sevmek istiyorum.
Holly : Aynı şey.
Paul : Hayır. Alakası yok!
Özellikle Paul’un bu konuşmanın hemen sonrasında verdiği cevap ile filmdeki hayata dair etkileşim gözler önüne seriliyor. O bölümü filmi izleyecek arkadaşlara bırakıyorum. Filmdeki tüm bu şirinliğin, eğlencenin, oyunların yanı sıra, romantik sahnelerde en büyük desteği Henry Mancini’nin eserlerinden almakta. Özellikle Moon River isimli parçası ile sahnelerin büyüsün arttığı tartışılmaz bir gerçek.

Son olarak filmle ilgili bakındığım sitelerde rastladığım filmle ilgili notları sizlerle paylaşmak istiyorum.

• 1961 yapımı filmde sinema tarihinde ilk defa tek parça kadın kıyafeti kullanılan film olması yönü ile bir ilke imza atıyor.
Filmin yönetmeni “Pembe Panter” filmleri ile tanınan Blake Edwardsdır.
• Film, Truman Capote'nin 1958 de yazdığı romanından senaryolaştırılmış, orijinalinde Holly bir telekızken, sansür nedeniyle sinemada bohem hayatı süren biri olarak gösterilmiş.
• Audrey Hepburn tarafından söylenmiş olan meşhur "Moon River" şarkısı ile besteci ve söz yazarı Mancini ve Mercer "En İyi Orjinal Şarkı Akademi Ödülü"'nü kazanmışlar.
• Filmin bütçesi 2,5 M$ iken hasılat 14 M$ olmuş.
Audrey Hepburn'un kariyerindei 16. filmi olup ona ün kazandıran filmler arasındadır. İlk filmi"Young Wives Tale"da (1951) rol aldığında 22 yaşındaydı. Bu filmde ise 32 yaşında.
• Bu film ile "En iyi kadın oyuncu" dalında Akademi Ödüllerine aday olmuş.
Çok fazla klasik film izlemeyen biri olsam da “Casablanca” ve “12 Angry Men” den sonra izlemekten zevk aldığım en güzel klasik film tanımını yapabileceğim, eğlenceli 2 saat geçirmemi sağlayan keyifli bir filmdi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Ne dersin bu konuda?