Fasa Fiso etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Fasa Fiso etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

2 Haziran 2012 Cumartesi

Büyük Gün Bugün

Merhaba millet,

Üniversitedeyken Yakup ve Tuna isminde 2 arkadaşım vardı. Tuna sakin, Yakup piçin önde gideni ben de yavşaktım. Yani rollerimiz bu idi birlikteyken.

Kantinde Yakup gider kızın tekine sataşırdı. Mesela kaşlarını kalem ile çizen bir kız vardı. Parmağını yalayıp kızın kaşının ortasını silerdi. Ben bunu millete anlatırdım. Tuna'da utanırdı.

Sakarya Üniversitesi'ni bilirseniz eskiden bir "orta bahçesi" vardı. 4 binanın arasında kalan bir bahçe. Yazın serin olurdu pek güneş almazdı. Kışın oturmazdı kimse genelde tek tük sandalyeler olurdu.

Yazokulunda Yakup piçi ile pinekliyorduk. Tonla para verip derse girmeyen enayilerdendik ki zaten 7 senede bitirdik yer yüzünde okunması kolay en kolay bölümlerden biri olan Turizm İşletmeciliğini. Şu an birimiz dış turizm de diğerimizde iç turizm de söz sahibi insanlarız. Aslında sülaleden biri tatile gidecek olursa "abi şuraya git" demekten bir adım öteye gidemedik.

"Kısa boylu çilli kız var ya abi. Bu kızla ömür geçer." dedim bu piçe. Umursamadı. Doğru düzgün cevap vermedi. Ya Emre git işine dedi.

 Beğenmiştim o zamanlar. Arada görüyordum, kantinde, derste, merkezde "Lezzet"te tavuk döner yerken. Her seferinde "Einstein'ın Yeri" diye okuduğum "Enişte'nin Yeri"nde. Aradan geçen süre içinde taışmıştım bile. Kendime bile çaktırmadan. İnceden böyle. Hafız kelimesi meşhurdu. Hafız diyordum. Adeta hoşlandığı kızla arkadaş olabilmek için ona erkek kankalığında yaklaşan yavşağın teki haline gelmiştim. Bakkala gitmemek için uyuyor numarası yapan ben Avcılar'dan Beykoz'a gidiyordum. Ama dediğim gibi bunları "Adeta hoşlandığı kızla arkadaş olabilmek için ona erkek kankalığında yaklaşan yavşağın teki" olarak yapıyordum.

Yani ben o gün Yakup'u dinledim ve işime gittim. İşim mutlu olmaktı.


Bugün 02.06.2012 o günden bu güne yaklaşık 4 sene geçti.  Adeta illüminati üyesi gibi yıllardır kurguladığım planın ilk bölümünün sonu bugün Allah'ın izni ile bitecek. İkimizin de ailelerinin huzurunda nişan yüzüklerimiz sağ elimizdeki parmağımızda olacak.

Ben şu üniversiteyi bitiriyim hayatımda hiç bu kadar mutlu olmam diyordum. Bugün nişanlanıyorum. Yine hayatımda hiç bu kadar mutlu olmam diyorum. Ama biliyorum ki her seferinde bir ileri mutluluk safhası var...

Evlenirken de bu kadar mutlu olmam diyeceğim. Baba olacağım müjdelendiğinde de. Çocuk okula başlarken de, mezuniyetinde de. Ve inşallah ölmeye yakınken Azrail uzaktan selam çaktığında da ben hayatımda hiç böyle mutlu olmam diyeceğim. Bu Dünya'yı o gün yaz okulunda Yakup'a söylediğim gibi geçirmenin verdiği mutluluk ve huzur ile öleceğim. En azından en büyük temennim bu.

Klasik yaşlı pozu ehehe


Bi duşa gireyim. Leş gibi kokuyorum, gece sıcaktı terlemişim. Sonra kıyafetleri giymenin vakti gelecek. ehehe..


7 Ekim 2010 Perşembe

-Kim o? / + Ben.

Aylar önce, tam hatırlayamadığım bir zamanda yazdığım, yazdığımı unuttuğum, tesadüf eseri karşıma çıkan minimal bir öykü.

Öptüm. Kib. bye :))))))


- kim o?
+ ben.
- yine mi sen?
+ ....
+ açacak mısın?
...- sana dair başka yapabileceğim bir şey yok ki.
+ (zili uzun uzun tekrar çaldı, hıçkırık sesi geliyodu kapının diğer tarafından)

sigarasını aradı hemen, aklında yine aynı soru. "neden?", nedendi bu gelişleri? kimin için geliyordu? oldu olası adet yerini bulsun ziyaretlerinden hoşlanmazdı. sadece o'nu mutlu etmek için yapılan ziyaretlerden de hoşlanmadığı gibi bencillik kokan ziyaretlerden de nefret ederdi. bir yere gidilecekse gerçekten onu özlediği için gidilmeliydi. özlemek hiçbir zaman tek kişilik bir oyun olmadı onun için. özleyen kadar özletenin de rolü vardı bu sahnede. aksi takdirde ne gelen istediğini alabilirdi bu ziyaretlerden ne de ziyaret edilen memnun kalırdı. gidiliyorsa özlendiği için gidilmeliydi, orada onunla vakit geçirmek istendiği için gidilmeliydi. sadece üzüntülerle de gidilmemeliydi birine, mutluluklar da paylaşılmalıydı, hayatı tek tarafı ile ne kadar yaşatabilirlerdi ki birine?

ama olmadı, yaktığı sigarası bitti. aklından geçenlere şaşırdı. düşünmezdi böyle şeyleri genelde, yarım kalan uykusuna devam etmek için uzandı. rüya kaldığı yerden devam ediyordu.

+ aç kapıyı artık
- sesini duyuyorum, kapıyı açarsam uyanırım da sesin kaybolur diye korkuyorum, isteme bunu benden.
- ..............
+ ..........
- ................................
+ .............................
- seni seviyorum.
+ bekle, sadece bekle, kalbini ferah tut. bekle. nedenini bilmiyorum ama bekle.

15 Eylül 2010 Çarşamba

Dağınık Bir Masaüstü

Yalnızlık iyi hoşta evi, odayı toparlayacak birileri lazım. Az önce masamın üzerine baktım ilk defa dağınıklığımdan rahatsız oldum lan. elimi masanın üzerine koyacak yer yok. Gerekli gereksiz bir çok eşya, çer çöp mevcut. Klavyeden başka hiç bir yere dokunamıyorum. O derece yani.

Neler var masanın üzerinde bir döküm alalım. Zaten hepsi karşımda duruyor. Demirbaş oldular resmen. :))

1- Hoparlör. (Önemli... Müzik ruhun gıdasıdır. )
2- Arkası yuvarlak diğer tarafı elin parmakları şeklinde olan bir tür masaj aleti. (Bunu hayatımda 1 kere bile kullanmadım ama hatırlamadığım bir zamanda masama konmuş ve kalkmamış.)
3-Bitmiş bir adet deo stick.
4-Radisson otel kartı. (En az 2 aydur orada duruyordur. Çünkü en son 2 ay önce ilişkim vardı orası ile. )
5- 22.07.2010 tarihinde alınmış bir adet Adapazarı - Haydarpaşa ekspresi öğrenci bileti.
6-Üzerinde "Sabah kalkınca banyoya gir!" şeklinde kendime uyarı yazdığım bir not kağıdı. (Bununda tarihi belli değil. Nasıl bir kafa ile yazdıysam artık. )
7-Üzerine "inside my heart is breaking" sözünü kazıttığım "Show Must Go On" bardağım.
8-Bir adet tuzluk. (Bu önemli bir eşya. Mesela az sonra söyeyeceğim dürümü yerken gözüm en çok onu arıyor masada :)) )
9-Bir adet boş bardak. (Kullanılmamış, dibi temiz.)
10-Biri yarım olmak üzere 2 adet winston soft.
11- Çakmak.
12-Büyük bir adet kurumuş yaprak. (Bir arkadaşım hediye etmişti. Atmadığımı görüncede "napıyosun be" diye şaşırmıştı. Masamın üzerinde görse deli olduğumu filan düşünür ama önemlidir böyle şeyler. Yaprak dahi olsa atılmaz :))   )
13-T.C. Kimliğim. (Mavi :D)
14-Evin anahtarları.
15-Tükenmez kalem.
16-Geçen haftanın sayısal loto kuponu. (Umut ulan, umut  zaten bu dünyada yaşatan. %50. Ya çıkar ya çıkmaz. Büyük ihtimal.)
17-Bir adet sivil akbil.
18-Bir adet öğrenci akbili.
19-Cep telefonu.
20-İş görüşmesine gittiğim yerlerin bilgilerinin yazılı olduğu bir kağıt. (Kiminle görüşüleceği, adres tarifi vs.)
21-Postahaneden alınmış bir adet sıra numarası.
22-Telefonun hafıza kartını okutmak için aparat.
23-Avcılardaki bilumum dönerci, pizzacı,dürümcünün manyetik reklam zımbırtısı (Adı ne bunların bilmiyorum :D )
24-Crowling.
25-Penguenin verdiği sigara sağlığa zararlıdır çıkartmaları.
26-Bir arkadaşımın mailinin yazılı olduğu bir küçük not kağıdı daha.
27-Bitmiş bir adet soda şişesi.
28-O soda şişesinin kapağı.
29-Kurşun kalem.
30-Bir adet açılmamış, dürümcülerden gelen pis kokulu kolonyalı mendil.
31-Radisson yaka kartım. (Mıknatıslı filan, bir parmak attım toz tutmuş üzeri :)) )
32-Bir adet cola zero şişesi kapağı.
33-Sümüklü mendil.( Kurumuş :D )
34-Bardak altlığı.
35-Harddisc kablosu.
36-İçinde çok az kalmış tadım extra tuzlu çekirdek.
37-First Duo sakız kutusu.
38-Efes şapkası şeklinde şişe açacağı.
39-Boş ayran kutusu.
40-Modem
41-Monitör. :D
42-Okul harcını yatırdığıma dair kodumun garanti bankasının verdiği açık yeşil dekont. (396 TL olarak içimde patlamış, kafamı eğdikçe görüyorum o rakamı. Ağlamaklı oluyorum ak. :)) )
43-Bir adet küçük boy boş sandık.
44-Bitmiş deodorant şişesi.
45-Tuvalet kağıdı.
46-Gözlük silme bezi. (Gözlükte kullanmıyorum ki ne alakaysa.)
47-Kalemtraş.
48- 42 TL.
49-Sema turizm kartı. (Valideyi giresuna gönderirken almıştım.)
50-Tırnak makası.

51-Kültablası
52-Arjantin bardak
Tam olarak 100 cm x 50 cm masanın üzerinde bulunan ıvır zıvır, ot bok hepsi budur. Ha neden bunu yazdım? Canım sıkılıyor len ondan. Ahanda fotosunu da ekliyim tam olsun.

12 Eylül 2010 Pazar

Sandık Muhabbetleri



Hava yapğmurlu, ben uykulu... Gözlerim şişmiş çok uyumaktan ama yinede tembel bir yorgunluk var üzerimde.. 2 sokak yukıarımızdaki ilköğretim okuluna yola koyuldum. Kıç içi kadar bir mühürü üzerinde sadece "EVET" ve "HAYIR" yazan 2. sınıf bir saman kağıda "Tercih" yazılı mühürü basıp "Tercih" yapmak için..

Havanın yağmurlu olmasından sebep yüzümü bile yıkamadım. Yüzümü 15-20 derece yukarı kaldırdığımda yağmur suyu çiçek gibi yaptı bile. Evde musluk aıp su faturasını kabartmanın anlamı yok. Kendimce totem yaptım giderken. uğurlu "trust me" tişörtümü giydim. Makto İktisat dersini geçtiğim sınava çalışırken altımda olan eşofman altını da çektim bir güzel. Annemin terliklerinide ayağıma geçirdiğim gibi çıktım apartmandan.

Duyduğum, yaşadığım bazı diyaloglar vardı ki yazmaya değer.

Emre: Merhaba. Nasılsın abi?
Abi: "Hayır"lı olsun emreciğim.
Emre: Ben iyiyim teşekkürler.

Nedir bu? Gerzeklik.

Bir grup 18-19 yaşlarında genç.
1. velet: Lan olm ben "HAYIRSIZ" oy kullandım lan.
2. velet: Evet mi verdin olm?
1. velet: Ne sandın olm. Evet verdim tabii ki. Dün gece yaptığın götlükten sonra babayı HAYIR verirdim.

İşte o anda gördüm ki hakiki bir orospu çocuğu nasıl oluyormuş. Hatta o veleti yetiştiren insanların ne denli göt kafalı olduğuna şahit oldum. Bu cehalet değildi. Göt kafalılıktı bu. Hatta bu konudan şöyle bir çözümleme çıkarttım. Bu ülkede 18 yaşındaki insana seçme ve seçilme hakkı verilmesi saçma, anlamsız bir o kadarda gerzekçe. Siyaset bu veletler için akşam ısmarlanmayan bir adet dürüm değerinde iken sadece bu topraklarda nefes alıyor diye aynı oy değerine sahip olmamız gerçeği bünyeme ağır geldi bir anda. Paragraf notu: Burada velet EVET oyu kullandığı için orospu çocuğu yerine konmamıştır. Normal bir insanın 1/1000'i kadar kafası çalışan bir insan bunu anlayabilecek olsa da yine bu açıklamayı yazıyım dedim. Ne olur ne olmaz.


Bir de 83 yaşında teyze vardı onunla tanıştım. Daha doğrusu yokuşu çıkamıyordu, çıkmasına yardım ettim.. Derken teyze bir kontra atak ile evet mi hayır mı vereceğimi sordu. Cevap vermedim. Ben onunkini sordum. EVET diyeceğim dedi. Sebebini de şöyle açıkladı. "Ben bu adama güveniyorum". Benim için gayet makul bir sebepti. Okulun 4. katına kadar teyzeye eşlik ettim. Daha sonra da aşağı indirdim. 83 lük teyzedeki bu hırsı görünce de sandıktan HAYIR çıkabilme ihtimalinin olmadığını anladım.

Millet cidden kafyı yemiş. Öyle böyle değil. Ben seçimde sunulan maddelerin bazılarını kabul ediyorum bazılarını etmiyorum. Mühürü tam ortaya bastım. Evet ile hayırın kesiştiği yere..

4 Eylül 2010 Cumartesi

26 Yaş Şiiri

Bu sefer şiir yazarmışım... 25 yaş ta yazmadık 26 da belki.. Hem de hiç gerek yokken.Eğlenceli geçiyor günler, ama günler senelere bağlanırken bu kadar eğlenemiyor insan. Üzülerek söylemem gerekirse güzel ama mutsuz bir seneydi. Üzülmeden söylemek gerekirse, hipermutlu bir sene geçireceğimi kimse garanti etmemişti zaten. Öyle bir umutla yaşasaydım şimdi salya sümük ağlıyor olabilirdim. (Olurdum demiyorum bak! Olabilirdim.:)) )


Bu senenin kelimesi "tecrübe" oldu benim için seneden akılda kalanları şöyle bir toparlarsak;

-Kötü insanlar var diye üzüleceğine onlardan uzak dur, onların olmadığı yerlerde çok iyi insanlarla karşılaşabilirsin.

-Yeni tanıştığın insanların yanında çok fazla konuşmamak gerekli, ne mal olduğun hemen ortaya çıkmasın. : )) ( Bunu tecrübe etsem de yapabileceğimden emin değilim.)

- Yanında mutlu olduğum insanlar arasında çok feci çenesi düşen biriyim. Çoğu kez kendi konuşmamdan, sesimden başım ağrıyor, çenem yoruluyor.

- Artık şunu rahatlıkla söyleyebiliyorum; Murathan Mungan Türkiye'nin gelmiş geçmiş en iyi, mükemmel, rahatlatan, insanı özüne döndüren, mutlu eden yazarı. İnsanın ihtiyacı olan farkındalılığı sağlıyor

- Nazım Hikmet çok doğru söylemiş."Sen elmayı seviyorsun diye elmanın da seni sevmesi şart mı?" derken.


-Belki yalnızlıkların şairi olduğundan, belkide sadece boş vaktim olduğundan emin değilim.. Özdemir Asaf'a daha bir bağlandım bu sene.

-1.5 hafta önce Ezginin Günlüğü eksik kaldı. Hüsnü Arıkan gruptan ayrıldı. Artık ne onlar eskisi gibi, ne de ben onları dinlemeye başladığım gibiyim.


-Bu sene izlediğim en güzel film Mary and Max 'idi. Salt arkadaşlığın anlatıldığından olsa gerek. Bulmak zor 21. Yüzyılda.

-Kader diye birşey var! Yok diyen yok olsun.

-"Uzaktan bakıp gülsün" diyen aşıkları hiç anlamamışımdır. Ne anlamı kaldı o sevgilinin beygirden? Saçını koklayamadığım, saçını koklatmayan hatun istemem ben. Çöp!

-O yol bir kere kesişmeye görsün. İyi ya da kötü tozu toprağı kalıyor karşındakinin.

-Artık daha çok masal tadında filmlerden hoşlanıyorum, gerçeklere inanmamı daha kolaylaştırıyorlar.

-Birkaç gün önce götümden salladığım dandirik bir şiiri Can Yücel'in şiiri diye facebook'a yazdım. Birçok insan beğendi. Kimse sorgulamadı böyle boktan bir şiiri bu adam nasıl yazar diye. Kemikleri sızlıyordur rahmetlinin.

-İzlediğim filmler arasında en etkileyici film repliği, söylendiği sahne ile birleşince "This is from Mathilda..." dır.

- Geçenlerde bir mail aldım. İş görüşmesine gittiğim bir yerden gelmiş. Diyor ki; "Merhaba Yunus Emre Bey, Yaptığımız değerlendirmeler sonucu size olumlu yanıt veremiyoruz. çalışma hayatınızda başarılar dileriz.". Cevap: Yunus Emre Bey siksin sizi!

-Bu senenin en çok güldüğüm espirisi "Üzerinde Allah yazan portakal, mucize değil de nedir?" ----> http://sphotos.ak.fbcdn.net/hphotos-ak-snc3/hs410.snc3/24780_1420568476704_1307442105_31178963_4222032_n.jpg

-Fırat Tanış  Emre Altuğ'un söylediği "Olmuyor" isimli şarkıyı ondan 1572 kat daha güzel söylüyor.

-İki ayaklı memeli hayvanlara güvenim sarsıldı.

-Ed2k sağolsun şimdi filmler bile eskimiyor.

-Los Amantes del Círculo Polar izlemeden masallara inanamazsın.

-Sanırım hemen hemen her konuda tahamül eşiğim alçaldı. Eskisinden çok daha çabuk sinireleniyorum.
Bıkkınlıkla, kendine güvensizlik arasında gidip geliyorum.

-Gerçek sevgide yitirme korkusu varmış.

-Senenin kitabı “Cenk Hikayeleri  – Murathan Mungan”, şarkısı “The Long GoodBye – Ara Dinkjian”, filmi “Mary and Max”, nesnesi “Sigara”, içeceği “Coca Cola Zero”,

-Karadenizden kız alınır, aşık olunmaz.

-Bir arkadaşım facebook listesinden çıkarttığım için trip atıyor. İnsanın sanallaşması bu olsa gerek.

-Bazen istediğinin olması için sadece beklemen yeterlidir.

-İnsanın basireti bağlanmaya görsün, başkası yaptığında "gerzek" diye yaftalayacağı bir kaç hareketi kombine bir şekilde yaptıktan 3 saniye sonra "ne yaptım lan ben" diyebiliyor. Bu bir bakıma pişmanlıklarında çıkış noktası...

-Fotokopi makinelerinden uzak durmak gerekli.

-Kendimce kırılması güç bir rekora doğru gidiyorum. 32 iş görüşmesi 30 olumsuz cevap 2 hiç bir cevap yok. hiç biri de nasıl belli etmedi işe almayacaklarını. Profesyönellik bu olsa gerek.


-Geçen sene saçlarımda ilk beyazlarımı saymıştım. Bu sene yoklar, artık gözlerimin etrafı kırışmış. Yaşlılıkta bir ileriki level mi yoksa fazla gülmekten mi kaynaklı bilemedim.

-Bir rüya gördüm 3 gün önce simsiyah gökyüzünde 8 den geriye doğru sayıyordu. Gördüğüm en uzun rüya bu dedim kendi kendime…

-Ve biliyorum ki dünyada herşey dengede. İyi ile kötü, siyah ile beyaz, güzel ile çirkin... Mutluluk ile mutsuzluk. Öldüğümüzde herşey sıfırlanmış olarak öleceğiz. Ne mutluluklarımız ağır basıcak ne de mutsuzluklarımız. Az da olsa kaybolmayan "umut" bu yüzden sanırım.


Sevdiklerimle, birlikte nice mutlu yıllar bana. Ha bir de sevdiğim ile birlikte nice mutlu yıllar istiyorum.

20 Ağustos 2010 Cuma

Mimar Sinan Aşık Olunca...



İnsanoğlu, eskilerden, ötelerden beri aşkı uğruna birşeyler yapıyor. Çölde gezen, dağı delenleri bir kenara bırakırsak sevdiğini simgeleştirmenin, sevgisini ortaya koymanın, göstermenin çok farklı yolları ile çağlardır yaratıcılığın sınırını zorlamıştır insanoğlu. Boş söze gerek yok. Mimar Sinan'ın Kanuni Sultan Süleyman'ın kızı Mihrimah'ın aşkı için yaptığı..

Kanuni Sultan Süleyman’ın kızı Mihrimah Sultan on yedisine bastığında, iki kişi onunla evlenmek ister. Mihrimah, yani Mihrü Mah, Farsca’da “Güneş ve Ay” anlamına gelir. Kızla evlenmek isteyenlerin biri Diyarbakır Valisi Rüstem Paşa diğeriyse Mimar Sinan’dır. Padişah kızını Rüstem Paşa’ya verir.

Koca Sinan evlidir, ellisindedir ve de Mihrimah Sultan’a deliler gibi aşıktır! Gerçi sevdiğine kavuşamamıştır ama, aşkını, olanca güzelliğiyle sanatına yansıtmıştır. Üsküdar’a, Saray’ın isteğiyle elbet, 1540 yılında Mihrimah Sultan Camii’nin temelini atar ve 1548’de bitirir. Camiyi yaparken, eserine sanki “etekleri yerleri süpüren bir kadının” dış çizgilerini verir.

Derken, ilk kez padişah fermanı olmaksızın, Edirnekapı’da, pek kimselerin uğramadığı ıssız ama İstanbul’un en yüksek tepelerinden birine, ikinci bir eser yapmaya koyulur Mihrimah Sultan’a. Cami küçücüktür. Minaresi otuz sekiz metredir, bir adet incecik kubbesi üzerindeyse yüz 61 pencere, camiin iç güzeliğini aydınlatır. İçerdeki sarkıtlar ve minare kenarlarındaki işlemeler Mihrimah Sultan’ın topuklarını döven saçlarını anımsatır insana. İşte, aşka adanmış iki eser.

Şimdi, gidin Edirnekapı ve Üsküdar’daki camileri aynı anda görebileceğiniz bi yer seçin. Ve 21 Mart’ta, yani geceyle gündüzün eşit olduğu günde seyreyleyin. Unutmadan, 21 Mart Mihrimah Sultan’ın doğum günüdür.
Göreceğiniz manzaraysa şudur mirim:

Edirnekapı camiinin tek minaresi ardından tepsi gibi kıpkırmızı güneş batarken, Üsküdar’daki camiinin ardından ay doğar! Mihrü Mah eşittir Güneş ve Ay. Bu nasıl akıllara ziyan bir hesaplamadır; nasıl bir güzellik anlayışıdır...  

11 Ağustos 2010 Çarşamba

Özdemir Asaf'tan Kısa Kısa



Bilenler bilir. Pek ilgili değilim şiirle... Yani o kaba görünüşümün altında cidden devasa bir canavar yattığına inanıyorum bazı zamanlarda.. Ama 5 kişinin yeri başkadır içimde. Cemal Süreya, Nazım Hikmet, Murathan Mungan, Attila İlhan bir de Özdemir Asaf. Can Yücel'i de severim ama bu 5 li çok farklı, daha farklı. Ya da ben öyle zannediyorum. Önemsiz...

Uzun süredir site site gezinip okuyorum şiirlerini, sözlerini Özdemir Asaf'ın. Beğendiklerimin bir bölümünü toparladım. Zaman içinde daha da zenginleşecektir burası. Site site gezmek zorunda kalmayacağım, sizde zıkkımlanın emi. :p

Buradakilerle yetinmeyenler için burada " Kırılmadık Bir Şey Kalmadı" var.

1
Butun renkler ayni hizla kirleniyordu,
Birinciligi beyaza verdiler...

2
senin için,
o mu, diye sordular
o değil,dedim onlara
anladılar.

3
Çekil ordan ayı göremiyorum.


4
Öğüt: zamaninda taze yenmemis bir ekmegi, baskasinabayat yedirme denemesidir."

5
Beni öyle bir yalana inandır ki,
Ömrünce sürsün doğruluğu

6
Gemilerin çoğu, bir insan yüzünden batmıştır. denizin yüzünden değil.

7
"Sen banasen desen de, demesen de olur.ama ben sana sen deyeceğim.düşün dur."

8))
Ama ben en çok şeyi
en kısa zamanda sana söyledim..
yalnız sana.

9
Sevgi bir kişiyi ikide yarım kılar,aşk iki kişiyi birde"

10
Şapkayı alıp gitmek vardır.hem kolayca söylenebilir bu,hem de kolayca yapılabilir.mesele onu vestiyerden aldıktan sonra koyacak yerbulmaktır.

11
Bugüne en uzak gün, dün.

12
Önemle küçümsüyorum seni, önemsizce büyütmediğim için...

13
Benim için ölüm, öleni son tanıyanın da ölmesiyle gerçek ölüm olur.

14
Kendi bahçesinde dal olamayanın biri,girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor.

15
Dünyanın ne kadar çirkinliklerle dolmaya başladığını çocuklara anlatmalı mı,
yoksa bunu onlardan saklamalı mı? yız..
her iki durumda da yenik düşeceğiz.
deyelim “kim yaptı?” diye sormayacaklar.
niçin? neden? de mi demeyecekler...

16
Okulda anladıkça başaracaksın
hayatta başardıkça anlayacaksın.
gelecek mutlu-mutsuz,
inanmasan da;gözlerin yaşardıkça anlayacaksın.

17
Kadınları sevmek bir kadına haksızlık etmektir, bir kadını sevmekse kadınlara.

18
umut... benim beslediğim, beni besliyor sandığım...

19
sen; pardon ''siz'' demeliydim...siz kaçyüzlüydünüz?ben yanlışlıkla hanginizi sevdim?

20
Bana yaşadığın şehrin kapılarını aç,başka şehirleri özleyelim orada seninle.

21
Bana yalanlar söylese yetinecektim.ama yalan söyledi.

22
Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
zeka ile düşersen kavrulursun.
akıl ile düşersen çıldırırsın.
duygu ile düşersen gülünç olursun.
aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin..
.sersem sersem bakınıp durma bir yol seç!

23
Tek kisilik miydi ki bu sehir, sen gidince bombos kaldi.

24
...ve aşk öyle haindir ki; nerde imkansız varsa onu sever.

25
Vurdun,acısı daha geçmedi,biliyorum geçecek.ama öyle ağır konuştun ki ardındano,gittikçe gerçek.

26
"Unuttum.. deyor...
Söyleyeceklerinin, söylemesi gerektiklerinin önüne geçmeye çalışıyor.. Kurnaz.
Hatırlamayorum.. deyor...
Söyleyeceklerinin, söylemesi gerektiklerinin ardına saklanmak isteyor.. Alçak."

27
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, incinirsin.

28
Bilmeyorum ne vardı saçlarında..
rüzgâr mı delice eserdi,
gözlerim mi öyle görürdü yoksa..
saçlarının her haali hoşuma giderdi.

29
Güneşe gözlerini dikip bakarsan gözün bozulur. gözlük takıp bakarsan güneş bozulur.

30
Tek kişilik miydi bu şehir? Sen gidince, bomboş kaldı.

31
Bir seviyi anlamak bir yaşam harcamaktır, harcayacaksın.

32
Ve aşk öyle haindir ki; nerde imkansız varsa onu sever.

33
"Aşka gönül ile düşersen yanarsın.
zeka ile düşersen kavrulursun.
akıl ile düşersen çıldırırsın.
duygu ile düşersen gülünç olursun.
aşka düşmezsen kalabalığa karışırsın, ezilirsin...
sersem sersem bakınıp durma bir yol seç!"

34
Sana gitme demeyeceğim
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar,
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalan istiyorsan yalanlar söyleyeyim.
İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme, Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme, Lavinia.

9 Ağustos 2010 Pazartesi

Erkekler & Kadınlar ve Kaşıntıları



Politik davranmanın verdiği dayanılmaz ağırlık. İkili ilişkilerde karşıdakine karakterini empoze etmenin zorunluluğundan kaynaklanıyor genellikle. Hani derler ya "bizim düzeyli bir ilişkimiz var." ne demekse hala çözemedim. Hani daha ilk günden çatır çutur sevişmiyoruz ve birbirimizi tanımaya çalışıyoruz. Sırf aklıma bu tanım geldiğinden "düzeyli arkadaşlık edebiliriz." cümlesini kullanmak istemiyorum. Ama insan yaşamı boyunca girdiği ikili ya da çoklu ilişkiler esnasında da düzey olması gerekli canlar. Örneğin kimseye beni böyle kabul et dememek lazım, ama kabul etmiyorsan da görüşmeyelim demek bir o kadar da normal. Nihayetinde iyi de olsa kötü de olsa yıllardır yaşadığınız kişilik sizinkisi başka bir kişilik için değiştirmeye değer mi bilinmez.

İşin bir de başka bir boyutu var. "Ben senin değişebileceğine inanıyordum Seyfullah." Lan neyin değişeceğini düşündün? Neden değişmesini istiyorsun ki? Hani %70 senin istediğin gibi biri ama %100 olursun ne de olsa mı? %70'i kim bulmuşta sen daha fazlasını isteyip geri çevirmeyi planlıyosun Kezban. Zaten asıl yola çıkılan da şu noktadır değişim istenmesine. İnsan kendine %100'dür. Karşısındakinin de %100 olmasını ister, kendisi olmasını ister. Ahanda işte sıçtığın nokta da burası. Bir ömür kendi karakterini taşıyan bir erkek/kadın'la yaşamanın iyi bir fikir olacağı cehaletine düşen acizler var.

Çok dağınık olucak ama olayın bir de şu boyutu var. Türk kadınları yerine avrupalı kadınlar olsa, ruslar olsa bayram yaparız vallaha diye. Babayı yaparsın. bizim türk erkeği her konuda kendi hakkını savunan kadına alışık değildir. Arkadaşları ile sabahlara kadar gezip tozan Jenifer'lara alışık değildir canlar. Bir yere gidilecekse beraber gidilecektir türk erkeği için. Hatta gözünün tutmadığı bir erkek arkadaşı varsa eşinin onla iletişimi kesmelidir! Büzük ister avrupalı hatuna bunu empoze etmek, dayatmak. Lüle ister baboş. Yemezler öyle, senin dediğine gelmezler. Bakma erkeğin yaşı 30-32 oldu mu hatunlar peşinde kuyruk oluyorlar. Onlarda evde kalma korkusu baş gösteriyor o yaşlardan sonra tabi.. Avrupalıda da o dert yok. Kadın kafasına göre adam buldu mu evleniyor. Çevreden gelen sıkıntı baskı yok. Bir bakıma "evde kaldım lan"'ın verdiği göt korkusu yok adamlarda. Bunun bir sebebi de kendine özgü hayatlarının olması, iş hayatlarının olması, ekonomik özgürlüklerinin olması. Bizim Kezban'lar gibi evleniyim eşim bana bakar.. Zaten babamın yanında da rahatım olm mantalitesi yok.

İşin bir de tersi var. Türk erkekleri yerine avrupalı erkekler gelsin muhabbeti. Lan yılların jack'i, Hans'ı çeker mi senin kahrını? 1000 kilo fondotenli yüzünü öper mi sanıyorsun? Düşünsene adam Hollanda'da dünyanın en uzun bacaklı kızları ile dans ediyo, İrlanda'da mükemmel çilleri ile sempati ve şirinlik saçan kızlarla birlikte oluyo buraya gelip seni napsın Fadime. Üzerine geçirdiğin 2 parça şık elbise ile kendini seks abidesi gören Fadime, hatta ne Fadimesi Fadik. Öyle göstereceğin iki dekolteye de kanmaz o adamlar, bir yere gidince amele gibi hesabını da ödemez. Boğaz'da yemeği anca rüyanda görürsün yani. :) Seni bu kaprisle bu nazla anca Hasan, Hüseyin, Ahmet, Mehmet, Hıdır, Cengiz, vb. çeker. Başkası değil. İşte bu sebeple ey türk kadını titre ve kendine gel!

Aslında suçun büyük çoğunluğu ne bizim erkeklerde ne siz kadınlarda. İki arada bir derede kalan toplumsal baskı ve kültürel şartlarda. bir yandan Avrupa'nın "özgür" düşüncesinesi ile Doğunun "sözde tutucu"luğu arasında kalmış türk gencindedir. Doğu tutucu ama adamlar 17-18 yaşında ilk hatunu alıyor 2 yıl sonra 2.yi sıraya koyuyor. Batıda da durum farklı değil. Resmi olarak tek eşli olsalar da gayrı resmi ilişkilerin azımsanmayacak kadar fazla olması yine onlara bir rahatlık getiriyor. Bizim gençler ne alemde? Adam yıllarca beklesin ki kendisi ile evlenecek bir jhatun çıksın, o da evlendikten sonra cır cır cır cır konuşsun kafasını şişirsin, hayatı zindan etsin. Bayanlar alınmayın sizin durumunuz daha beter. 35 ine kadar adam akıllı birini buldunuz buldunuz, bulamadınız karşınıza eşek çıksa evlenmek için sıraya girmek zorunda kalıyorsunuz. O saatten sonra boşta kalan erkekler anca sağdan soldan tanıdığınız diğer kız arakdaşlarınızın artıkları oluyor.

Velhasıl, bizim erkeklerde bu denli ciddiyetsizlik, kadınlarımızda da götükalkıklık, kendini insan üstü görme düşüncesi olduğu sürece mutsuz aile, mutsuz bireyi doğurur mutsuz toplum ortaya çıkar zincirlemesi bozulmaz.

Tabii bu yazılanların hepsi için istisnalar mevcut. Sadece genel görünüm bundan ibaret. İş bu sebepten alınmaca darılmaca yok. Hepinizi sevgi ile kucaklıyorum..

30 Temmuz 2010 Cuma

Ezgi'nin Günlüğü ve Getirdikleri



Kıçımta taşlanmış kot pantolon, üzerimde kareli oduncu gömleği jöle ile arkaya yatırılmış saçlarım Avcılar - Bakırköy belediye otobüsünde tanışmıştım onlarla. Tam 10 yıl geçti.. Dile kolay an itibariyle 25,5 yıllık hayatımın kendimi bilmediğim ilk 5 senesini çıkarırsak hemen hemen ömrümün yarısını onları dinleyerek geçirdim. Her dönemimi simgelediler o zamandan sonra. Her anda, hissettiğim hemen hemen her duyguda bir ya da daha fazla parçaları vardı.

Okulda çokda samimi olmadığım bir arkadaşımın walkman'inde bir parçasını dinleyip büyülenmiştim. O dönem çıkarttıkları en son kasetti çalan, "Aşk Yüzünden" di albümün adı, Leyla idi çalan şarkı. Feyza Erenmemiş'in mükemmel sesi şakırdarken belediye otobüsünün gürültüsü çokta sikimizde değildi. Arkadaşım otobüsten inerken kaseti istedim, verdi. Belki önemsiz biriydi ama müzik zevkime, dolayısı ile şekillenmekte olan karakterime büyük etkisi olmuştu. Teşekkür ederek ödenecek bir borç değil bu ya. Yine de ederim, kocaman teşekkür ederim.

Kasetlerinde lokomotif şarkı yoktur onların, şarkılar tek tek kaseti anlatır, bütünü oluşturur Bir adet kaset adını içeren şarkı vardır güzeldir... Listenin 2. sırasındaki şarkı da 3 te 4 te hepsi güzeldir. En azından o zamanın standartlarının üzerinde, günümüz standartlarına göre mükemmeldir.

Son çıkardıkları albüm.. "Eski Arkadaş".. Yine baştan aşağı, sağdan sola, çaprazlama.. Gönül rahatlığı ile shuffle butonuna tıklayıp dinleyebileceğiniz bir albüm. Bu başarının sırrını "Eski Arkadaş"'ın tanıtım yazısında çok güzel anlatıyor "Ezginin Günlüğü".

Bazen biz şarkıları söyleriz, bazen “şarkılar bizi söyler”. İki türlüsü de güzeldir, çünkü birbirimizi hiç kandırmayız; bu ilişki içinde yalana yer yoktur, zaten yalan söylemeye gerek de yoktur. Şarkılar sevgi gibidir, sahtesi çabuk biter, ama güzel olan, uzun dostluklardır, zilini çaldığınız zaman açılacağını bildiğiniz kapılar gibi. Size orda her zaman kıvrılıp yatacağınız bir kanepe, üzerinize örtecek bir battaniye bulunur. Yaldızları hafiften dökülmüş de olsa, çay bardağınız, mutfak dolabında sizi beklemektedir. Tıpkı Eski Arkadaş gibi…
Ve Ezgi'nin Günlüğü'nün en iyi yaptığı şeylerden biri de şiirleri bestelemek..Can Yücel'in dilimize kazandırdığı William Shakespeare'in 66. Sone'si ve Unut Gitsin'ini, Orhan Veli'nin Kumrulu Şiir'i, Nazım Hikmet'in Japon Balıkçısı örneklerden birkaçı. Bestelenen müzikler kadar Hüsnü Arıkan ve eski kadın vokalleri Feyza Erenmemiş ile şimdiki kadın vokal Eylem Atmaca'nın yorumlarındaki kusursuzlukta çok büyük etken.






Ezginin Günlüğü - Unut Gitsin





Bir devrin büyük baskısını şarkılarında hep gördüğümüz, temel insani değerlere dikkat çeken şarkıları,  dinleyici için müziğin sadece bir eğlence değil, dinlence aracı olduğununda resmi olan Ezgi'nin Günlüğü kendi tarihçesini şu sözlerle anlatıyor.

Ezginin Günlüğü, 1982 yılında, İstanbul’da kuruldu. 1980 yılında yapılmış olan askeri darbe yönetiminin baskılarının en yoğun şekilde hissedildiği bu yıllarda, insanların bir araya gelmesi engellendiği için, konser gösteri gibi etkinlikler düzenlemek, bir müzik albümü çıkarmak çok zordu ve bir sürü engelle karşılaşıyordu. Ezginin Günlüğü, bu yıllarda, muhalif bir ses olarak ortaya çıktığı için, bütün bu uygulamalardan nasibini alarak yoluna devam etti. http://www.ezginingunlugu.com.tr/ezginin-gunlugu/index.php/tarihce/

Velhasıl 1980'iyle, Unut Gitsin'iyle, Ebruli'siyle, Mutlu Olmak Varken'iyle, Gemi'siyle.. Her albümünde onlarca güzel şarkısıyla sadece gidilen mekanlarda duyulduğunda "aaa ne güzel şarkı" klasiğiyle değil albümleri alınıp evde tekrar tekrar dinlenmesi gereken bir topluluk.


Son albüm "Eski Arkadaş"'tan Kadıköy isimli parça.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Ara Dinkjian "Eskimeyen Şarkıların Bestecisi"


Rüyalardaki şarkıların bestecisi. Ara Dinkjian.. Kendisi için "dünyanın en iyi ud virtüözü" tanımlamasına karşın "Ben dünyanın en iyi Ara Dinkjian’ıyım" cevabını verebilecek kadar mütevazi bir kişilik. Diyarbakır'dan Amerika'ya göçmüş Ermeni bir ailenin çocuğu. Bestelerinde de Doğu coğrafyasının izleri oldukça görülmekte.
Özellikle 90'lı yılların ortalarında gençliklerini yaşayanların çok net bileceği, hatta günümüzde de güncelliğini koruyan bir çok şarkının bestecisi. Ahmet  Kayan'nın Ağladıkça, Sezen Aksu'nun Sarışınım, Vazgeçtim, Son Sardunyalar, gibi günümüzde hala dinlenebilirliğini koruyan bestelerin sahibidir. Ayrıca Burcu Güneş'in seslendirdiği Zorba Aşk  ve yine Sezen Aksu'nun seslendirdiği Hoşgeldin isimli parçalar Ara Dinkjian'ın The Long Goodbye ismindeki bestesi üzerine yazılmış sözler ile oluşmuştur.


Bu unutulmaz bestelerden Vazgeçtim'in ortaya çıkışını Lora Baytar ile yaptığı söyleşide şu şekilde anlatıyor.

Sezen Aksu’yla tanışmadan önce de birbirimizin müziğini biliyorduk. Sezen, Onno’yla, Arto ise Night Ark’ta çalıştığı için grubu tanıyordu. ‘Sarışınım’ı duymuş ve çok beğenmişti. Biz daha tanışmadan önce Aysel Gürel’le söz yazmışlardı. ‘sarışınım’ büyük bir başarı kazanınca Sezen beni aradı ve “Türkiye’ye gel ve bana yeni bir şarkı getir.” dedi. 1990’lardı ve benim Türkiye’ye ilk gelişim olacaktı... buraya gelmeden önce şarkıyı yazmak için bir ayım vardı. ‘sarışınım’ tarzında bir şarkı yazmak istiyordum, ama hiçbir şey gelmiyordu. gelişimden bir gün önce “ne gelirse yaz ara” dedim ve ‘vazgeçtim’ çıktı ortaya.
 Ayrıca Türkiye'den Ömer Faruk Tekbilek, Fahir Atakoğlu, Alpay, Coşkun Sabah, Kibariye, Mine Koşan gibi pek çok şarkıcının da albümlerinde katkıda bulunmuştur.


The Long Goodbye 
(Burcu Güneş - Zorba Aşk & Sezen Aksu - Hoşgeldin) 

Anna Tol' Ya


Picture
(Ahmet Kaya - Ağladıkça)

25 Temmuz 2010 Pazar

Haftanın Getirdikleri 19.07 - 25.07

(Cebeci sahil gün batarken)
 (Cebeci balkon ay doğarken)


  • Avcılar'da yıllar sonra denize girdim. En son, göç almaya başlamadan önce ailecek inmiştik sahile. Tabi güzeldi o zamanlar. Zaten kalabalıktan anladığım kadarı ile Avcılar sahilde denize girmeyen bir tek biz varmışık.
  • Deniz şortunun içinde unutulan don çok rahatsız edici olabiliyormuş.
  • Mahallemizde 1,5 lt Coca Cola Zero bulmak hayal oldu. Yakında 1 lt de kalmayacak. Millet başka birşey içmiyor sanki.
  • Kendimce küçük çaplı bir özlem yaşadım bu hafta. Bitti, geçti.
  • House MD 1. bölümü ile 6. sezonun açılışını yaptım bugün. Hatta ön hazırlık olsun diye 5. sezon son bölümü izlemek için açtım. House'un bir itirafı sonucu (hadi yedirmedim spoileri) bir önceki bölümü hatırlattım kendime, bir de onu izledim. Keyifliydi, özlemişim.
  • Günümün 1.5 saati mail adresime gelen abidik gubidik mailleri temizlemekle geçti.
  • Çok farklı yerlerde, bir çok kez mutfağa girip yemek yapmışlığım vardır ama kendi evimde annem de evde iken ilk defa bu hafta mutfağa beni soktu. Tahminim o ki elinden ameliyat olduğundan dolayı...
  • Dexter 5. sezon fragmanı yayınlandı. Adamı bildiğin psikopata çevirdiler sonunda. Mükemmel bir sezon gelecek gibi. 26 Eylül hedef tarih.
  • Anladım ki güzel klişeler nostalji etkisi yaratıyor, iyi geliyor.
  • Avuç dolusu para varken bir yerden hesabı ödemeden kaçmanın heyecanı çok başka birşeymiş canlar. Eskiden Thief diye bir oyun vardı. Belki daha sonra versiyonları çıkmıştır ama ben sadece ilk versiyonunu oynadım. O oyunda gölgelerden giderek bekçilerin cebinden anahtar alınıyordu, askerler biçaklanıyordu. İnceden, sinsiden, dipten ve derinden o heyecanı yaşatıyordu insana. O oyunda yakaladığım heyecanı yaşadım kaçarken. Ha bir de yakup hayvanının verdiği gaz mükemmeldi. Tuna zıbırının masadan bize bile çaktırmadan kalkışı.
  • Eskiden izlediğim film ya da dizinin görüntü kalitesine çok dikkat ederdim, şimdilerde google da aratıyorum hangi site olursa olsun online izliyorum. Kaşarlanmak böyle birşey mi? Bilemedim...
  • Kendi çapımda Amerika'yı tekrar keşfettim, facebook'ta Ezgi'nin Günlüğü Grubu'nu beğendim. Sanki orada görünmesi şartmış gibi geldi, kime neyse...
  • Fotoğraflar üzerinde oynama yapmak üst düzey yaratıcılık isteyen bir konu olduğuna artık eminim. 1 saat cebelleştikten sonra fotoğrafı sadece siyah & beyaz yapıp bıraktım.  Asi Beşiktaşlı ruhummu tuttu, kafam mı basmadı anlamadım. Aslında anladım da kafamın basmadığını yediremedim kendime bir türlü, neyse geçelim...
  • Dery:  "msn çıktı mertlik bozuldu lan" dedi.
  • Ey vantilatör sen nelere kadirsin!
  • Uzun süredir Sakarya'ya gitmiyordum. Bizim elemanları bulmuşken gecenin bir vakti şair olalım dedik.  Cemal Süreya'nın çakması olduk tek şiirlik bir zaman diliminde.
Yakmıştık sigaralarımızı Yakup'un uyuduğu odada
anlamsız bakışmalarla geçiyordu gecenin sessizliği
kel kafanla gülümserken ağlanacak halimize
göbeğimden akan terlere inat üşüyorduk sessizce

annemin terlikleri ile giderdim markete
keşke yalnız bunun için sevseydim seni...
Tuna & Emre
  •  Yine, yeni, yeniden kır çiçeklerinin hastası oldum!
  • Cebeci'nin gecesi de gündüzüde mükemmel, birinde güneş denize ışık veriyor, diğerinde ay.
  • "This is from mathilda"'yı ve "play it, sam"'i anımsadım bol bol. Tekrarlanma zamanı gelen filmler gün ışığına çıkıyor ufaktan.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sakarya - Cebeci arası, çok öncesi ve sırası



 (Kefken Adası)

"Dokunsalar ağlarım" ile "Laf etseler parlarım" arasındaki uçurumda gidip geldiğim bir günde. Sakarya'dan, Cebeci'ye doğru yola çıkmak üzere Kuzey Terminali denilen göt içi büyüklüğündeki yapıya girdim ve Cebeci arabalarını bulmam hiçte zor olmamıştı.

Leş gibi terlemiş gömleğim, üzerimde durmaktan yapışmış şortumdan buram buram yüzüme vuran apiş arası kokusu, kesmemenin verdiği mutluluk eşliğinde bir haftalık sakalım ve yere konmaktan toz toprak içinde kalmış çantamla minibüsün en ön koltuğuna kurulmuştum. Görüntüden olsa gerek yanıma oturan olmamıştı. Öyle ki güzel bayanları geçtim orta yaştaki amcalar bile göz ucu ile baktıktan sonra aracın arkasına geçiyorlardı. Ta ki benim için adını efsaneler listesine yazdıran 1.90 ı aşkın boyu ile o muhterem gelene kadar. Ben ne isem o iki katımdı. En paspal halimle bile kendimi yalova prensi Yunusenyus Emrekus gibi hissediyordum. O derece yani. Hatta onu ilk gördüğümde yanıma oturması için inceden dua eder gibi bir hal takındım. Sanırım kendindisini mükemmel güzellikte hissetmek için çirkin kız arkadaşlar edinen orta güzel hatunlar gibi hissetme ihtiyacım vardı.

Yeşermiş ayaklarına geçirdiği topraklı sandaletler, vucudunda derisi görünmeyecek yoğunluğa ve uzunluğa erişmiş kılları yaklaşık  tahminim 11 ila 13 gün arası yıkanmamanın verdiği sırt yosunlanmasına sebep olmuş, saçlarının bir kısmı kel bir kısmı uzun - yani uzun saçlı kel- hali ile bana bakıp "Kayar mısın?" dedi. Bir an tereddüt etsem de "Ben iniyim siz böyle geçin." cümlesi ağzımdan çıkı verdi. Minibüse binmek isterken kolunu arabanın üst kısmına kaldırması ile maruz kaldığım koku Hitler'in sabunlaştırdığı  Yahudi arkadaşları getirdi aklıma. Erimişti adamın koltukaltı sürtünmenin verdiği ısıdan. Kılların ucu yanmıştı zaten.

1 saat 15 dakika omuz omuza yol gidecektik onunla. Birlikte bir şehri arkamızda bırakacaktık. Batı Anadolumun incisi Karadenizin nadide köylerini geçecek, ayçiçeği tarlalarını izleyecektik yol boyu, çiğdemlerle bezenmiş evlerin balkonlarında selamlayacaktık en nadide çiçekleri, bizden sonra açıp açmayacağını merak edecektik belkide. Hatta ve hatta Karadeniz'de bulunan 3-5 adadan biri olan Kefken Adası'nı patika yolun başından beraber görecek "Aha işte geldik." benzeri cümleleri birbirimize fısıldayacaktık usulca. Kısaca insanların sevgilileri ile romantik anlar yaşadığı güzel bir yolculuğa çıkacaktık, yorulurcasına... Ve ben bunları var olmas sebebi dünyadaki güzelliklerin bir karşı dengesi olduğuna inandığım bu vatandaşla yapacaktım. Sanırım yaptığım öküzlüklerin bir bedeliydi bu, o asi ruhun bir geri dönüşümü, gereksiz laf dinlememelerimin bir izdüşümü, simetrisiydi onun varlığı...

"O adam" ön tarafta şoföre yakın tarafa kurulurken, aracın sürücüsüde yerini almıştı kalkış için.  Ya "o adam"ın yanına oturacaktım, ya da arkada bir yerlere oturup başka insanların "o adam"ı olacaktım. Yaşayacaklarım, yaşadıklarım, şuursuzluklarım, inatlarım... Her seferinde birşeyler kaybetmeme sebep olan ve şu anda karşıma "o adam"ı çıkartan tüm hareketlerim ve sonuçları film şeridi gibi önümden geçiyordu. Şoförden arka kapıyı açmasını istedim ama ön tarafa bindim. Sebebi neydi? Başkalarının "o adam"ı olmak istemeyişim mi? Hiç sanmıyorum. O gibi bir durumda başkalarını düşünmeyecek kadar bencilim. Utanmayacak kadar yüzsüzüm desem yeridir ama yine de demiyorum. Sanırım son öküzlüğümden dolayı kaybettiğim değer biraz karambole geldi, kaybettiğim var olsaydı kazanılacak ömürlük mutluluğu algılayamadım  bu sebeple ağır bir ceza olmamıştı bana.  Kendimi bu şekilde cezalandırdım sanırım. Bilmiyorum. Bilemiyorum.. Ya da bunu bilmek işime gelmiyor. Herşeyin bir sebebi vardı sonuçta. İyinin, kötünün, varlığın, yokluğun.

Ps: Bu arada adam cidden çok keyifli sohbet etti yol boyu. Gözlerimi kapadığımda sanki bir arkadaşım varmış gibi keyifliydi. Büyük ihtimal internet, bilgisayar gibi bileşenlerden haberi olmayan biri ama :p buradan selam olsun Recep Abi'ye. (:

25 Nisan 2010 Pazar

Anlamsız eleştiriler topluluğu ve çevremize yayılmış hebele hübeleler


İnsanoğlu garip, ilginç, bir çare… Ne yapacağını şaşırdığı zaman sayısı günden güne artıyor ve bir süre sonra yaptıkları ile değil de yapmadıkları sebebi ile takdir beklemeye başlıyor.  Hani kitlelerin hayranı olduğu olaylar vardır ya. Müzik grubudur, filmdir, dizidir, çikolatadır. Bunları eleştirmek marifet oluyor bir süre sonra.  Eleştiri derken bilinçli, denenmiş, haz almamanın verdiği bilinçli kötü eleştiriden bahsetmiyorum.  Kulaktan dolma bir iki cümle ile, ucundan kıyısından aktivitenin bir parçası olunmadan, olayı anlamadan yapılan eleştiriden kastım.

Örnekleyelim… Lost.. Lan adamlar bir dizi yapmış. Daha fragmanını bile izlemeden “bu dizi beni açmayacak, ben kendimi biliyorum. Ne o öyle uçak kaç metreden düşüyor ama kimse ölmüyor… bu dizilere bağlı kalanları, her anını takip edenleri anlamıyormuş, ona göre bu insanlar hayatlarındaki büyük boşlukları bu tür sanallıklarla dolduruyormuş… vs. vs. hebele hübele...” şeklinde bir eleştiri geldi geçenlerde bir tanıştan. Kendini biliyormuş… Lan kendini bilmez, “adam olamadın gitti zevzek” diye boşuna dememiş Aşık Veysel. Sana demiş sana! Tamam diziyi izleme zerre umurumda değil ama takip edenlerle, beğenenlerle alıp veremediğin ne?  Ha ben adım gibi eminim bir iki bölüm izlese ertesi hafta utana sıkıla gelip diğer bölümlerini isteyeceksin. Geçtim onu… Bunlar beğenileni beğenmeyerek, beğenilene kendi çaplarında ön yargı ile yaklaşarak etraflarınca prim yapmak isteyen muhteremlerden sadece biri. Sanki “aaa lotsu beğenmiyor musun? Bende beğenmiyorum, sevgilimden de yeni ayrıldım gel bu ortak payda sayesinde mutlu bir birlikteliğe yelken açalım” diye gelecek kızın teki. Hadi geldi diyelim. Ne hayrını göreceksin olum o kızın. Nato mermer nato kafa.

Eskiden bir Kurtlar Vadisi vardı.. Zafer Ergin, İstemi Betil, Oktay Kaynarca gibi işini yalayıp yutmuş adamlar oynardı dizide. Yönetmenleri bir hata yaptı dizide bir karakterin kafasını kestiler bizim millet ayaklandı. Şimdi Spartacus dizisinde kafa kesmen ne kelime, arenada adamların bağırsaklarını döküyorlar bu ayağa kalkanlardan bazıları eve dürüm, pizza, hamburger söyleyip onu yerken izliyor bu diziyi. Yanlış anlaşılmasın bende hastasıyım. Örnekli karşılaştırma yapıyoruz burada.

Ben çok bilmem, bir iki sene önce bir arkadaşım bahsetmişti.  Birisi demiş kendisine “Metalica  kendini iyice bozdu” diye. Vücudumun en gülünmeyecek bölgesi ile gülmüştüm elemana. Daha sonra da Grubun resmi sitesinden kendilerine mesaj yollamayı düşünmüştüm. “Falanca sizin için bozuldu diyor. Kendinize çekidüzen verin, bu iş böyle gitmez” diye. “Çeki düzen verme”nin İngilizcesini bilmediğim için yollamadım maili. Hala içimde uktedir. Öğreneceğim bir gün İngilizcesini 70 yaşıma da gelsem atacağım o maili. Lan ben "herkesin izlediğini izlemem, dinlediğini dinlemem diyen "insan" tanıdım. Sırf herkes dinlesin, izlesin diye adamlar kafa patlatıyor bu da gitmiş onu eleştiriyor.

Velhasıl insanlar küçüldükçe kendinden daha çok ilgi çeken şeylere saldırıyor. Bu “şey”in ne olduğu önemli değil. Dizi olur şarkı olur, film olur, insan olur… Olur da olur. Hayata ufak keyif katan aktivitelere gereğinden fazla anlam yüklememek gerekli canlar. Kendi değerimizi, sosyal statü ve odaklılığımızı, bu tür eğlenceliklerin toplumdaki yerini göz önüne alıp ilginçleşmenin anlamı yok. Ha diyeceksin anlamı olmasa niye yapıyorlar. Çünkü eşeğin… Sümme haşa…

Tabi ki bu var olanların hepsi eleştirilebilir nesnelerdir fakat mantık, düşünce ve belirli bilgi birikimi çerçevesinde eleştirilmesi bir amaca ulaşmak için yapılan eleştiri olur. Yoksa "Lostu izlemem ben, mantıksız." Sensin mantıksız, annenle baban da mantıksız.. Getirmişler dünyaya seni.

Öptüm bebek. Kurban bayramında kesilmeyi beklerken beslenen bir kuzu misali...

12 Nisan 2010 Pazartesi

Soru İşareti




Ne zamandır konuşmak istiyordum. Kolladığım zamanın haddi hesabı yok, geçip giden zamana inat yavaşlıyor hayat bu soru aklıma geldikçe. Sanki daha hızlı akıyor kanım artık, kalbim daha fazla kan pompalıyor damarlarımdan, ölesiye terliyorum. Olmuyor, utanıyorum sormaya, neyi nasıl anlatacağımı bilmiyorum, belki de cevabını bilemeyeceğin soruların başlangıcı olacağından korkuyorum ki sen her zaman her şeyi bilensin benim gözümde. Soğumak diye aptal bir terim var ya, insandan soğumak, hayattan soğumak… Onların tabiri ile ısınamamışken sana, tanışalı daha 1 yıl olmamışken cesaret edemiyorum  bu soruyu sormaya. Sorarken gözlerine bakamıyorum, ya ağlamaklı oluyorum gülünecek halime ya da gülüyorum ağlanacağıma.

Kimileri sadece bu soru için ayıplıyor karşısındakini, oysaki birbirini tanımanın verdiği rahatlık olmalı insanlarda, tanıyamıyorum kendimi senin yanında nasıl fark edebilirim ki bendeki seni, senin gözlerinde nasıl gördüğünü beni, tanıyamazken kendimi… Dediğim gibi, bilemeyeceğin soruların başlangıcı olmasından korkuyorum bu sorunun, kusursuzluğunu zedelemesinden korkuyorum, gülen yüzünün ekşimesinden, vazgeçmenden korkuyorum benden ya da vazgeçmene gerek kalmayacak kadar yakın hissetmemiş olmandan çekiniyorum beklide..

Ve daha fazla dayana bileceğimi düşünmüyorum bu duruma. Elimde iple gezindiğim dakikalarda bu sorunun cevabını öğrenmeden gitmek istemediğimin farkına varıyorum ansızın, kendime karşı eylemlerimden vazgeçiyorum, ket vuruyorum zihnime. Kibrit gibi tükenirken yazın sıcağında oturduğumuz masada ağzımdan ansızın çıkacak diye çok korkuyorum, bu konudaki düşüncelerini bir çırpıda duymak istemiyorum “Evet” ya da “Hayır” olması önemli değil çünkü. Var olan cevabın senden çıkmış olması, aslolan cevabın sana ait olması, gözlemlediğin, inandığın, hissettiğin cevabı bana vermiş olman önemli olan.

Ve şimdi söyle bana, gözlerine diktiğim gözlerime bakarak söyle, uzun sohbetlerle geçirdiğimiz yarı gündüzlerin hatırına, hayatının sonuna kadar yanında olacak biri olarak gör ve beni anla, öyle söyle. Tek bir kelime yeter bana, “Evet” ya da “Hayır”… Yeter ki içimdeki bu kısır döngü bitsin artık, aydınlığa kavuşsun, nefes alsın ruhum, arınsın tüm sorulardan tek cevabınla. Şimdi söz sende lütfen söyle bana...

...hamam böcekleri terler mi?

2 Nisan 2010 Cuma

Hey Gidi Güzin Abla


izmir'den m.t. soruyor: ben 38 yaşında, kimya ögretmeni bir genç bayanım. üç ay kadar önce kısmetim açıldı ve iyi niyetli bir gençle tanıştım.geçen hafta da nişanlandık.mutluluktan uçuyordum ki dün laboratuarda korkunç bir şey keşfettim. nişanlımın bana aldığı yüzüğü denemek için civaya attım ve maalesef yüzdü.halbuki saf altının özgül ağırlığı civanınkinden fazla, yüzüğün; batması gerekirdi. demek bana aldığı yüzük saf altın değil, öyleyse sevgisi de saf olamaz. şimdi ben bu civayı nişanlımın yemeğine koyup bu işi bitirmeyi düşünüyorum... sizce ne yapmalıyım???

Sıkı durun şimdi, Ablam yardırmış geliyor. Ben diyim 160 sen de 10 :D

İşte güzin abla' nın cevabı : arşimet'in hayatına her yönüyle vakıf olduğunuz anlaşılıyor. yalnız yüzey gerilimini hesaba katmamışsınız, civanın yüzey gerilimi suyunkinden çok daha fazladır, böylece kendinden ağır cisimleri de kaldırabilir, çünkü o cisim batarken ortaya çıkartacağı yüzey için harcaması gereken enerji, kendi potansiyel enerjisinden fazla olabilir. ayrıca civanın saf olmama ihtimali de var, o yüzden ani kararlar vermeyin derim...

22 Mart 2010 Pazartesi

İletişimde "Selamlaşma" Kavramına Bilimsel Olmayan Bir Bakış



Serbest piyasa ekonomisinde insan ilişkilerinin de içinde bulunduğu fiziksel olguların başlangıcındaki temel etmenlerden bir tanesi toplumsal izdüşümcü bilinç yapısıdır. Bu yapının temelinde en basit tabiri ile bireyler arası iletişim yatmakta ve bunu "selamlaşma" olarak tanımlamaktayız. 3 ayrı pencereden bakabileceğimiz selamlaşma olgusu kişilerin hatta kurumların iletişim yetilerini suyüzüne çıkaran faktörlerden ilki olarak lanse edilmekte.

Göz ile selamlaşma dediğimiz kavram, hareket halindeki iki yaşam formunun birbiri ile yeterli yakınlığa geldiğinde gözkapaklarının kapanması ve açıldıktan sonra göz halkalarının hafif genişlemesi hareketi ile oluşmaktadır. Acele durumlarda ya da durup konuşarak iletişim kurmak istemediğimiz durumlarda uygulamaya koyduğumuz bir yöntemdir. Resmidir ve bir o kadarda içedönüktür. Karşımızdakinin bizim hakkında o an aklından geçenleri kestirmenin zor olduğu bir yöntemdir.

Diğer bir selamlaşma yöntemi olarak mimiksel yaklaşımların ve kısa kelimelerin kullanıldığı selamlaşma yöntemini ele alabiliriz. Göz ile selamlaşma yönteminden biraz daha uzun mesafeden de uygulanabilir bir yöntemdir. Bunun gerekçesi ses fonksiyonununda kullanılmasıdır ki sesin insanın fiziksel hareketinden hızlı olduğunu varsayarsak iletişim çok daha önce gerçekşemiş olur. Örnek olarak "Selam", "Baba naber yaaa!", "İyi günler falanca bey/hanım", "hey dostum nasıl gidiyor?" gibi kalıpların kullanıldığını görebiliriz. Kimi bölgelerde yöresel hitap şekilleri de mevcuttur. "Hafız n'aber?", "Hey moruk ne alemdesin?" vb. örnekleri kullanan kendini bilmezlerde karşımıza gün içinde fazlası ile çıkmakta. Bu yöntemin işlemesi sırasında karşımızdakinin bizim hakkında düşüncelerini göz ile selamlaşma yönteminden çok daha kolay bir şekilde anlayabiliriz. Gülümsemenin yapmacık olup olmadığını anlamanın yöntemlerinden bir tanesi de selamlaştığımız kişinin gözlerinde herhangi bir değişim olup olmadığını farketmekten geçiyor. Bu selamlaşma yönteminde gözkapaklarımızın kapanmadığı gerçeğini ele alırsak gözsel temasında öneminin büyüklüğünden bahsetmek çok da zor olmasa gerek. Göz bebeklerinde hafif bir büyüme gördüğümüzde karşımızdakinin bizden aldığı pozitif enerjinin varlığını ortaya çıkardığını biliriz. Ses fonksiyonunun da var olduğu süreçte karşımızdaki yaşam formunun vurgusu bizim için başka bir ayırd edici etmendir
Konu dışı olarak bahsetmek istediğim bir de mesajlaşma öğesi bulunmaktadır. Sevgiliden, arkadaştan ya da bir yakından gelen bir mesajı okuyoruz.
"Selam naber, nasılsın?" dikkat edeceğimiz unsur buradaki "naber" ve "nasılsın"
kelimelerinin sıralanış şeklidir. "naber" kelimesi "nasılsın"'dan önce gelmekte gördüğümüz gibi. Yani mesajı atan varlık ilk olarak bizi değil de etrafımızdaki haberleri önemsediğini açık açık dile getirmekte. Oysa ki "Selam, nasılsın, ne var ne yok?" gibi bir mesaj geldiğinde önce bizim nasıl olduğumuz sorusu daha önem kazanmaktadır.

Bir başka örnek olarak bir sevgiliden gelen mesajı ele alalım. "Merhaba canım, (hayatım, meleeeem, vb. bilimum lakap) nasılsın? Özledim seni." Burada dikkat edeceğimiz unsur "özlemdim" ve "seni" kelimelerinin diziliş sırasıdır. "Özledim" kelimesinin önce yazılması kendi özleminin senden daha önde olduğunun bir işaretidir ki bu karşımızdakinin bize bencilce yaklaşımına işarettir. Oysa ki "Merhaba canım vb. nasılsın? Seni özledim." şeklinde gelen bir mesaj da önemli olan kişinin sizi özlemiş olmasıdır ki bu insanın mesajdan aldığı hazzı hatırı sayılır bir miktar yükseltmektedir.
Konumuza dönecek olursak son selamlaşma şekli olarak fiziksel temas kullanarak selamlaşma yöntemini ele alabiliriz. Bu yöntem belki de selamlaşmanın en ilkel yöntemidir. Fakat bu ilkellik onu eski yapması ile topumsal iletişimde önemli bir noktaya taşımıştır. Yüksek mertebede iş görüşmelerinde tokalaşma diye tabir edilen karşılıklı iki kişinin birbirlerinin sağ ellerini avuç içleri birbirine bakacak şekilde birbiri ile buluşması olarak tanımlanabilir. Tuvalet temizliğinin genel toplum kurallarına göre sol elle yapıldığı bilindiğinden bu selamlaşma yönteminde sağ el kullanılmaktadır. Solak insanların başlarda zorlandığı bu konu zaman geçtikçe ve tokalaşma işlemini sıklıkla kullandıkça alışılabilinir bir durum haline gelmektedir.

Karşımızdaki kişi ile samimiyet arttıkça sırası ile "tokalaşıp öpüşme", "tokalaşmadan sarılarak öpüşme", "enseye tokat burun deliğine parmak" şeklinde ilerlemektedir ve insanoğlu yaradılış itibari ile bu konuda sınır tanımamaktadır.


Toplumların, kültürlerin farklılıkları sebebi ile birçok farklı selamlaşma yöntemi ortaya çıkmıştır ve çıkacaktır. İletişimin ilk aşamasında selamlaşma karşımızdaki kişinin bizden edineceği ilk izlenimi oluşturacağı için önemi fazla, besin değeri olarak yüksek rakamları yansıtır. Bu çerçevede ....bla bla bla... öyle bişey işte.. Önemlidir ve ihmale gelmez. :)))

Çakma Prof. Dr. Emre

Bu yazıda bahsedilenler tamamen can sıkıntısından ortaya çıkmış kavramlardır. Kimi yerde ciddi yazılsa da çok fazla dikkate alınması bünyelerde zararlı yan etkilere sebep olabilir.

7 Eylül 2009 Pazartesi

25 Yaş Şiiri

Elbette şiir yazmayacağım.. Çeyrek yüzyılı geride bıraktığım bu günlerde yarım yüzyılı geride bırakanların daha çok gençsin sözleri de çok iç açıcı değil.. İnsan hissettiği yaştadır geyiği de ıvır zıvır.. İnsan aynada göründüğü yaştadır. Ve ben saçlarımdaki ilk beyazlarımı bu sene gördüm.. Beyazlarımı diyorum evet.. 8 adet sayabildim.. Ya da o kadar saymak işime geldi..

Dönüp baktığımda eğlence, keyif dolu, espirilerin şakaların havada uçuştuğu yıllar ağırlıkta olsada gelenin gideni arattığı yıllar azımsanmayacak kadar çok değil az da değil.. İlk okunduğunda anlamsız geliyo, ilk yazdığımda da anlamsız geldiiği gibi.. ama öyle..

Ne öğrendin çeyrek yüzyılda derseniz, dıştan sanane derim.. Yüzündeki o garipseme ifadesini gördünten sonra da yarı gerçeği söylerim.. Şaka filan yaparım işte.. Yıllardır yaptım size bu şakayı.. Gereksiz ama eğlenceli..

Peki gerçekten ne öğrendim bu süre içinde..

Alıngan insanlarla muhattap olmamayı öğrendim..
Kötü de olsa yapılan espiriye tebessüm edilmesi gerektiğini öğrendim.
Görüşmek istemediğim insanlara "seninle görüşmek istemiyorum" demeyi öğrendim. Bu sayede zoraki saçma muhabbetlere girmemeyi..
İnsanların ellerinde olmayan sebeplerden dolayı yaptıkları abidik gubidik hareketleri eleştirmemeyi öğrendim.. (Ne de olsa herkesin bir sebebi var değil mi? "Bize ne abi" desekte var.. )
Çok güzel kalp kırmayı öğrendim. Ama daha önce kırılmayı öğrendim..


En son öğrendiğim ise.. paylaşmak ile göt dayamak arasında çok ince bir fark olduğu..

Bunu öğrenmek biraz koydu ama iyi geldi.. Artık dinlemiyorum.. Pek de sikimde değil hayata dair anlatılan sorunlar.. Ve sadece sorunlarını paylaşan insanlar.. Sizlerle de görüşmek istemiyorum.. Bunun arkadaşlık olmadığını öğrendim, mutluluklarının cimrisi olanlar ile selamlaşmamayı da öğrendim..

Kendini bu son paragraf içindeki arkadaşlarımdan gören varsa gönül rahatlığı ile arkadaşlıklarına son verebilirler.. (yakup götü.. sen hariç :D )

Vel hasıl çok kötü bir 25 yıl geçirmesemde, hatta ölümcül sıkıntılarım olmasada zor tecrübeler oldu..

Gördüğünüz gibi arkadaşlar.. Abidik gubidik şeyleri öğrendim.. Bu öğrendiklerimi yapabildim mi? Nerdeee? 2-3 tanesini anca..

24 Mayıs 2009 Pazar

Büyümek...

4 yaşındayken öğlen uykusu çok tatlı gelirdi.. Akşam üstü gibi kalkınca hafif yanık bir poğaça kokusu, yanına yapılmış buz gibi ayran. uykulu uykulu keyifle yerdik ev halkıyla.

Sonra bir anda 7-8 yaşlarına geldik..Tam tamına iki kat yaşlandık kendimizden. Poğaça ile ayran cezbetmedi bizi eskisi kadar.. Artık sokaklarda düşe kalka maç yapmak, deli gibi misket oynama, alman kale 9 aylık dönemleriydi, anne oldun diye geçilen dalgaların hepsi keyifliydi, toz toprak içimizdeydi çünkü.. Tüm bunların yanında artık akşamları erken yatmak zorundaydık.. Saat 9 dedi mi yatağa..

Sivilcelerin çoğaldığı sırada asiliğinde baş göstereceğini benim dışımda tüm aile bireyleri biliyordu. Bilim insanları ergen diyorlardı benim için. Herşeyden biraz tatma arzusu, meraklı işler çevirme arzusu ile yanıyodu beynimiz. Neylersin aşık bile oluyorsun 15-16 yaşında..artık götümüze kot pantolon giymeyi zorunluluk olarak gördüğümüz zamanlar. Hayatımızın kaç tane en büyük aşkı ile tanıştık hatırlayan var mı sayısını? Ya da kaçıyla hiç ayrılmayacağımız için söz verdik birbirimize. (:

21-22-23 muhteşem üçlü! işte sınıra geldiğimiz andı bu an.. 19 lu yaşların başıboşluğuna da yakın 30 lu yaşların ağırlığına da, allak bullak olan beynimiz az kalmıştı büyük gibi düşünmeye, davranmaya.. davranamasak da davranmaya çalışmaya. sevgiliden ayrılmak yavaş yavaş koymaya başlıyordu bu yaşlarda, "yenisini bulurum" düşüncesi devredışı kalıp evlenebileceğimiz, mutlu olabileceğimiz, kollarında salya sümük ağlayabileceğimiz, bakacak güzel gözleristiyorduk artık

Zordu büyümek ama oldu. Bir anda oldu. Başlarda savruktu sonlarda yordu ama oldu...


10.01.2009 22:14