30 Temmuz 2010 Cuma

Ezgi'nin Günlüğü ve Getirdikleri



Kıçımta taşlanmış kot pantolon, üzerimde kareli oduncu gömleği jöle ile arkaya yatırılmış saçlarım Avcılar - Bakırköy belediye otobüsünde tanışmıştım onlarla. Tam 10 yıl geçti.. Dile kolay an itibariyle 25,5 yıllık hayatımın kendimi bilmediğim ilk 5 senesini çıkarırsak hemen hemen ömrümün yarısını onları dinleyerek geçirdim. Her dönemimi simgelediler o zamandan sonra. Her anda, hissettiğim hemen hemen her duyguda bir ya da daha fazla parçaları vardı.

Okulda çokda samimi olmadığım bir arkadaşımın walkman'inde bir parçasını dinleyip büyülenmiştim. O dönem çıkarttıkları en son kasetti çalan, "Aşk Yüzünden" di albümün adı, Leyla idi çalan şarkı. Feyza Erenmemiş'in mükemmel sesi şakırdarken belediye otobüsünün gürültüsü çokta sikimizde değildi. Arkadaşım otobüsten inerken kaseti istedim, verdi. Belki önemsiz biriydi ama müzik zevkime, dolayısı ile şekillenmekte olan karakterime büyük etkisi olmuştu. Teşekkür ederek ödenecek bir borç değil bu ya. Yine de ederim, kocaman teşekkür ederim.

Kasetlerinde lokomotif şarkı yoktur onların, şarkılar tek tek kaseti anlatır, bütünü oluşturur Bir adet kaset adını içeren şarkı vardır güzeldir... Listenin 2. sırasındaki şarkı da 3 te 4 te hepsi güzeldir. En azından o zamanın standartlarının üzerinde, günümüz standartlarına göre mükemmeldir.

Son çıkardıkları albüm.. "Eski Arkadaş".. Yine baştan aşağı, sağdan sola, çaprazlama.. Gönül rahatlığı ile shuffle butonuna tıklayıp dinleyebileceğiniz bir albüm. Bu başarının sırrını "Eski Arkadaş"'ın tanıtım yazısında çok güzel anlatıyor "Ezginin Günlüğü".

Bazen biz şarkıları söyleriz, bazen “şarkılar bizi söyler”. İki türlüsü de güzeldir, çünkü birbirimizi hiç kandırmayız; bu ilişki içinde yalana yer yoktur, zaten yalan söylemeye gerek de yoktur. Şarkılar sevgi gibidir, sahtesi çabuk biter, ama güzel olan, uzun dostluklardır, zilini çaldığınız zaman açılacağını bildiğiniz kapılar gibi. Size orda her zaman kıvrılıp yatacağınız bir kanepe, üzerinize örtecek bir battaniye bulunur. Yaldızları hafiften dökülmüş de olsa, çay bardağınız, mutfak dolabında sizi beklemektedir. Tıpkı Eski Arkadaş gibi…
Ve Ezgi'nin Günlüğü'nün en iyi yaptığı şeylerden biri de şiirleri bestelemek..Can Yücel'in dilimize kazandırdığı William Shakespeare'in 66. Sone'si ve Unut Gitsin'ini, Orhan Veli'nin Kumrulu Şiir'i, Nazım Hikmet'in Japon Balıkçısı örneklerden birkaçı. Bestelenen müzikler kadar Hüsnü Arıkan ve eski kadın vokalleri Feyza Erenmemiş ile şimdiki kadın vokal Eylem Atmaca'nın yorumlarındaki kusursuzlukta çok büyük etken.






Ezginin Günlüğü - Unut Gitsin





Bir devrin büyük baskısını şarkılarında hep gördüğümüz, temel insani değerlere dikkat çeken şarkıları,  dinleyici için müziğin sadece bir eğlence değil, dinlence aracı olduğununda resmi olan Ezgi'nin Günlüğü kendi tarihçesini şu sözlerle anlatıyor.

Ezginin Günlüğü, 1982 yılında, İstanbul’da kuruldu. 1980 yılında yapılmış olan askeri darbe yönetiminin baskılarının en yoğun şekilde hissedildiği bu yıllarda, insanların bir araya gelmesi engellendiği için, konser gösteri gibi etkinlikler düzenlemek, bir müzik albümü çıkarmak çok zordu ve bir sürü engelle karşılaşıyordu. Ezginin Günlüğü, bu yıllarda, muhalif bir ses olarak ortaya çıktığı için, bütün bu uygulamalardan nasibini alarak yoluna devam etti. http://www.ezginingunlugu.com.tr/ezginin-gunlugu/index.php/tarihce/

Velhasıl 1980'iyle, Unut Gitsin'iyle, Ebruli'siyle, Mutlu Olmak Varken'iyle, Gemi'siyle.. Her albümünde onlarca güzel şarkısıyla sadece gidilen mekanlarda duyulduğunda "aaa ne güzel şarkı" klasiğiyle değil albümleri alınıp evde tekrar tekrar dinlenmesi gereken bir topluluk.


Son albüm "Eski Arkadaş"'tan Kadıköy isimli parça.

29 Temmuz 2010 Perşembe

Ara Dinkjian "Eskimeyen Şarkıların Bestecisi"


Rüyalardaki şarkıların bestecisi. Ara Dinkjian.. Kendisi için "dünyanın en iyi ud virtüözü" tanımlamasına karşın "Ben dünyanın en iyi Ara Dinkjian’ıyım" cevabını verebilecek kadar mütevazi bir kişilik. Diyarbakır'dan Amerika'ya göçmüş Ermeni bir ailenin çocuğu. Bestelerinde de Doğu coğrafyasının izleri oldukça görülmekte.
Özellikle 90'lı yılların ortalarında gençliklerini yaşayanların çok net bileceği, hatta günümüzde de güncelliğini koruyan bir çok şarkının bestecisi. Ahmet  Kayan'nın Ağladıkça, Sezen Aksu'nun Sarışınım, Vazgeçtim, Son Sardunyalar, gibi günümüzde hala dinlenebilirliğini koruyan bestelerin sahibidir. Ayrıca Burcu Güneş'in seslendirdiği Zorba Aşk  ve yine Sezen Aksu'nun seslendirdiği Hoşgeldin isimli parçalar Ara Dinkjian'ın The Long Goodbye ismindeki bestesi üzerine yazılmış sözler ile oluşmuştur.


Bu unutulmaz bestelerden Vazgeçtim'in ortaya çıkışını Lora Baytar ile yaptığı söyleşide şu şekilde anlatıyor.

Sezen Aksu’yla tanışmadan önce de birbirimizin müziğini biliyorduk. Sezen, Onno’yla, Arto ise Night Ark’ta çalıştığı için grubu tanıyordu. ‘Sarışınım’ı duymuş ve çok beğenmişti. Biz daha tanışmadan önce Aysel Gürel’le söz yazmışlardı. ‘sarışınım’ büyük bir başarı kazanınca Sezen beni aradı ve “Türkiye’ye gel ve bana yeni bir şarkı getir.” dedi. 1990’lardı ve benim Türkiye’ye ilk gelişim olacaktı... buraya gelmeden önce şarkıyı yazmak için bir ayım vardı. ‘sarışınım’ tarzında bir şarkı yazmak istiyordum, ama hiçbir şey gelmiyordu. gelişimden bir gün önce “ne gelirse yaz ara” dedim ve ‘vazgeçtim’ çıktı ortaya.
 Ayrıca Türkiye'den Ömer Faruk Tekbilek, Fahir Atakoğlu, Alpay, Coşkun Sabah, Kibariye, Mine Koşan gibi pek çok şarkıcının da albümlerinde katkıda bulunmuştur.


The Long Goodbye 
(Burcu Güneş - Zorba Aşk & Sezen Aksu - Hoşgeldin) 

Anna Tol' Ya


Picture
(Ahmet Kaya - Ağladıkça)

25 Temmuz 2010 Pazar

Haftanın Getirdikleri 19.07 - 25.07

(Cebeci sahil gün batarken)
 (Cebeci balkon ay doğarken)


  • Avcılar'da yıllar sonra denize girdim. En son, göç almaya başlamadan önce ailecek inmiştik sahile. Tabi güzeldi o zamanlar. Zaten kalabalıktan anladığım kadarı ile Avcılar sahilde denize girmeyen bir tek biz varmışık.
  • Deniz şortunun içinde unutulan don çok rahatsız edici olabiliyormuş.
  • Mahallemizde 1,5 lt Coca Cola Zero bulmak hayal oldu. Yakında 1 lt de kalmayacak. Millet başka birşey içmiyor sanki.
  • Kendimce küçük çaplı bir özlem yaşadım bu hafta. Bitti, geçti.
  • House MD 1. bölümü ile 6. sezonun açılışını yaptım bugün. Hatta ön hazırlık olsun diye 5. sezon son bölümü izlemek için açtım. House'un bir itirafı sonucu (hadi yedirmedim spoileri) bir önceki bölümü hatırlattım kendime, bir de onu izledim. Keyifliydi, özlemişim.
  • Günümün 1.5 saati mail adresime gelen abidik gubidik mailleri temizlemekle geçti.
  • Çok farklı yerlerde, bir çok kez mutfağa girip yemek yapmışlığım vardır ama kendi evimde annem de evde iken ilk defa bu hafta mutfağa beni soktu. Tahminim o ki elinden ameliyat olduğundan dolayı...
  • Dexter 5. sezon fragmanı yayınlandı. Adamı bildiğin psikopata çevirdiler sonunda. Mükemmel bir sezon gelecek gibi. 26 Eylül hedef tarih.
  • Anladım ki güzel klişeler nostalji etkisi yaratıyor, iyi geliyor.
  • Avuç dolusu para varken bir yerden hesabı ödemeden kaçmanın heyecanı çok başka birşeymiş canlar. Eskiden Thief diye bir oyun vardı. Belki daha sonra versiyonları çıkmıştır ama ben sadece ilk versiyonunu oynadım. O oyunda gölgelerden giderek bekçilerin cebinden anahtar alınıyordu, askerler biçaklanıyordu. İnceden, sinsiden, dipten ve derinden o heyecanı yaşatıyordu insana. O oyunda yakaladığım heyecanı yaşadım kaçarken. Ha bir de yakup hayvanının verdiği gaz mükemmeldi. Tuna zıbırının masadan bize bile çaktırmadan kalkışı.
  • Eskiden izlediğim film ya da dizinin görüntü kalitesine çok dikkat ederdim, şimdilerde google da aratıyorum hangi site olursa olsun online izliyorum. Kaşarlanmak böyle birşey mi? Bilemedim...
  • Kendi çapımda Amerika'yı tekrar keşfettim, facebook'ta Ezgi'nin Günlüğü Grubu'nu beğendim. Sanki orada görünmesi şartmış gibi geldi, kime neyse...
  • Fotoğraflar üzerinde oynama yapmak üst düzey yaratıcılık isteyen bir konu olduğuna artık eminim. 1 saat cebelleştikten sonra fotoğrafı sadece siyah & beyaz yapıp bıraktım.  Asi Beşiktaşlı ruhummu tuttu, kafam mı basmadı anlamadım. Aslında anladım da kafamın basmadığını yediremedim kendime bir türlü, neyse geçelim...
  • Dery:  "msn çıktı mertlik bozuldu lan" dedi.
  • Ey vantilatör sen nelere kadirsin!
  • Uzun süredir Sakarya'ya gitmiyordum. Bizim elemanları bulmuşken gecenin bir vakti şair olalım dedik.  Cemal Süreya'nın çakması olduk tek şiirlik bir zaman diliminde.
Yakmıştık sigaralarımızı Yakup'un uyuduğu odada
anlamsız bakışmalarla geçiyordu gecenin sessizliği
kel kafanla gülümserken ağlanacak halimize
göbeğimden akan terlere inat üşüyorduk sessizce

annemin terlikleri ile giderdim markete
keşke yalnız bunun için sevseydim seni...
Tuna & Emre
  •  Yine, yeni, yeniden kır çiçeklerinin hastası oldum!
  • Cebeci'nin gecesi de gündüzüde mükemmel, birinde güneş denize ışık veriyor, diğerinde ay.
  • "This is from mathilda"'yı ve "play it, sam"'i anımsadım bol bol. Tekrarlanma zamanı gelen filmler gün ışığına çıkıyor ufaktan.

22 Temmuz 2010 Perşembe

Sakarya - Cebeci arası, çok öncesi ve sırası



 (Kefken Adası)

"Dokunsalar ağlarım" ile "Laf etseler parlarım" arasındaki uçurumda gidip geldiğim bir günde. Sakarya'dan, Cebeci'ye doğru yola çıkmak üzere Kuzey Terminali denilen göt içi büyüklüğündeki yapıya girdim ve Cebeci arabalarını bulmam hiçte zor olmamıştı.

Leş gibi terlemiş gömleğim, üzerimde durmaktan yapışmış şortumdan buram buram yüzüme vuran apiş arası kokusu, kesmemenin verdiği mutluluk eşliğinde bir haftalık sakalım ve yere konmaktan toz toprak içinde kalmış çantamla minibüsün en ön koltuğuna kurulmuştum. Görüntüden olsa gerek yanıma oturan olmamıştı. Öyle ki güzel bayanları geçtim orta yaştaki amcalar bile göz ucu ile baktıktan sonra aracın arkasına geçiyorlardı. Ta ki benim için adını efsaneler listesine yazdıran 1.90 ı aşkın boyu ile o muhterem gelene kadar. Ben ne isem o iki katımdı. En paspal halimle bile kendimi yalova prensi Yunusenyus Emrekus gibi hissediyordum. O derece yani. Hatta onu ilk gördüğümde yanıma oturması için inceden dua eder gibi bir hal takındım. Sanırım kendindisini mükemmel güzellikte hissetmek için çirkin kız arkadaşlar edinen orta güzel hatunlar gibi hissetme ihtiyacım vardı.

Yeşermiş ayaklarına geçirdiği topraklı sandaletler, vucudunda derisi görünmeyecek yoğunluğa ve uzunluğa erişmiş kılları yaklaşık  tahminim 11 ila 13 gün arası yıkanmamanın verdiği sırt yosunlanmasına sebep olmuş, saçlarının bir kısmı kel bir kısmı uzun - yani uzun saçlı kel- hali ile bana bakıp "Kayar mısın?" dedi. Bir an tereddüt etsem de "Ben iniyim siz böyle geçin." cümlesi ağzımdan çıkı verdi. Minibüse binmek isterken kolunu arabanın üst kısmına kaldırması ile maruz kaldığım koku Hitler'in sabunlaştırdığı  Yahudi arkadaşları getirdi aklıma. Erimişti adamın koltukaltı sürtünmenin verdiği ısıdan. Kılların ucu yanmıştı zaten.

1 saat 15 dakika omuz omuza yol gidecektik onunla. Birlikte bir şehri arkamızda bırakacaktık. Batı Anadolumun incisi Karadenizin nadide köylerini geçecek, ayçiçeği tarlalarını izleyecektik yol boyu, çiğdemlerle bezenmiş evlerin balkonlarında selamlayacaktık en nadide çiçekleri, bizden sonra açıp açmayacağını merak edecektik belkide. Hatta ve hatta Karadeniz'de bulunan 3-5 adadan biri olan Kefken Adası'nı patika yolun başından beraber görecek "Aha işte geldik." benzeri cümleleri birbirimize fısıldayacaktık usulca. Kısaca insanların sevgilileri ile romantik anlar yaşadığı güzel bir yolculuğa çıkacaktık, yorulurcasına... Ve ben bunları var olmas sebebi dünyadaki güzelliklerin bir karşı dengesi olduğuna inandığım bu vatandaşla yapacaktım. Sanırım yaptığım öküzlüklerin bir bedeliydi bu, o asi ruhun bir geri dönüşümü, gereksiz laf dinlememelerimin bir izdüşümü, simetrisiydi onun varlığı...

"O adam" ön tarafta şoföre yakın tarafa kurulurken, aracın sürücüsüde yerini almıştı kalkış için.  Ya "o adam"ın yanına oturacaktım, ya da arkada bir yerlere oturup başka insanların "o adam"ı olacaktım. Yaşayacaklarım, yaşadıklarım, şuursuzluklarım, inatlarım... Her seferinde birşeyler kaybetmeme sebep olan ve şu anda karşıma "o adam"ı çıkartan tüm hareketlerim ve sonuçları film şeridi gibi önümden geçiyordu. Şoförden arka kapıyı açmasını istedim ama ön tarafa bindim. Sebebi neydi? Başkalarının "o adam"ı olmak istemeyişim mi? Hiç sanmıyorum. O gibi bir durumda başkalarını düşünmeyecek kadar bencilim. Utanmayacak kadar yüzsüzüm desem yeridir ama yine de demiyorum. Sanırım son öküzlüğümden dolayı kaybettiğim değer biraz karambole geldi, kaybettiğim var olsaydı kazanılacak ömürlük mutluluğu algılayamadım  bu sebeple ağır bir ceza olmamıştı bana.  Kendimi bu şekilde cezalandırdım sanırım. Bilmiyorum. Bilemiyorum.. Ya da bunu bilmek işime gelmiyor. Herşeyin bir sebebi vardı sonuçta. İyinin, kötünün, varlığın, yokluğun.

Ps: Bu arada adam cidden çok keyifli sohbet etti yol boyu. Gözlerimi kapadığımda sanki bir arkadaşım varmış gibi keyifliydi. Büyük ihtimal internet, bilgisayar gibi bileşenlerden haberi olmayan biri ama :p buradan selam olsun Recep Abi'ye. (: